TRT Türkü – 21.09.2018

9 Kasım 2018 Cuma

Ufuk Erbaş’ın derlediği ve seslendirdiği “Aha Kılıç Aha Meydan Vurana” adlı Arguvan havasına, Halil Atılgan’ın hazırlayıp sunduğu “Türkü Deryasında Bir Damla” programında yer verildi.


Ahmet Turan ŞAN’dan “MÜZİKLİ SOHBET”

1 Mayıs 2018 Salı

Kıymetli dostlar,

(…)

Daha önceki bir sohbetimizde; Malatya İnönü Üniversitesi’ne ‘’Malatyalı ünlüler ve Kültür Sanat adamları’’ sempozyumuna gittiğimizden bahsetmiştim. Malatyalı ve İstanbul Üniversitesi Sanatçı Öğretim Elemanı ağabeyim Ufuk Erbaş, TRT Sanatçısı arkadaşım Sabahat Aslan ile birlikte gitmiştik. Bu sunumlarla ilgili konulara daha sonra geniş zaman ayıracağım inşallah. Benim fikir ve düşüncelerimi destekleyen bir konu aklıma geldi. Genelde sürekli her yerde bahsettiğim bir önemli konu bu. Türkiye’de özellikle ÖRGÜN EĞİTİMDE ‘’Türk Müziği Kültür ve Sanatı’’ dersleri olması gerektiğidir. Hiç değilse dinletilerek öğretilse toplum kendi kültüründen haberdar olacaktır. Ufuk Erbaş ağabeyim, sunumunda “Japonya’da sokaktaki insanları çevirip soracağınız her türlü müzik sorusunu bildiğini” ifade etmişti. Bizde maalesef böyle değil. Bunu sizler de biliyorsunuz. Madem dünyada bir örneği var. Bizde neden olmasın.

(…)

TRT gibi Türkiye’nin en büyük kurumlarından birisi devamlı ‘’Kültür ve Sanat’’ ile ilgili bilgiler yayınlıyor. Belediyeler (Yerel yönetimler) Kültür Merkezlerinde devamlı programlar yapıyorlar. Programlara az sayıda kişilerin gittiğini ve TRT yayınlarının da kısmen dinlendiğini siz de tahmin ediyorsunuz ben de biliyorum. Türk Sanat Müziğinde ‘’Özel, Solo ve toplu programlar, FASILLAR’’ ve Türk Halk Müziğinde ‘’Özel, Solo, toplu programlar ve özellikle YURTTAN SESLER gayet eğitici ve sistemli yayınlardır. Bunların takibi ve faydalanılması ancak bilinçli bir toplum tarafından yapılır. Milli kültürümüzün yayılması yaşatılması ve yayıp yaşatanların desteklenmesi hepimizin boynunun borcudur.

https://ortakakil.com.tr/ahmet-turan-sandan-muzikli-sohbet-2/


TRT Türkü – 2017

27 Mayıs 2017 Cumartesi

TRT Türkü’de yayımlanan “Türkü Deryasında Bir Damla” programında, söz ve müziği Ufuk Erbaş’a ait olan “Gittiğim Yoldur Hak Yolu” adlı eser, Halil Atılgan tarafından konu edildi.


TRT Türkü – 30.06.2016

5 Temmuz 2016 Salı

TRT Türkü’de yayımlanan “Çat Kapı Türküler” programının Malatya türkülerine ayrılan 30.06.2016 tarihli bölümü Ufuk Erbaş tarafından koordine edildi.

 


Malatya İl Meclisi – 06.02.2014

18 Aralık 2014 Perşembe

Malatya İl Meclisi Başkanı Naci Şavata, İl Meclisi Üyesi Battal Tuncal ve İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuarı Sanatçı Öğretim Üyesi, Türk Halk Müziği Sanatçısı Ufuk Erbaş’ın eski Malatya üzerine 6 Şubat 2014 tarihinde gerçekleştirdikleri sohbet.


Malatya Türkiyem TV – 12.01.2014

23 Haziran 2014 Pazartesi

Ufuk Erbaş, 12 Ocak 2014 tarihinde Malatya Türkiyem TV’de yayınlanan Malatya Sohbetleri’nde Dilaver Gür’ün konuğu oldu.


Malatya Türkiyem TV – 05.08.2013

22 Ağustos 2013 Perşembe

Ufuk Erbaş’ın 5 Ağustos 2013 tarihinde Malatya Türkiyem TV’de canlı yayınlanan “Türkülerle Anadolu” programındaki telefon bağlantısı.

 

Aynı programa telefon bağlantısıyla katılan araştırmacı yazar Kemal Deniz ve Ankara Polatlılar Derneği başkanı Kamil Göksu’nun Ufuk Erbaş hakkında söyledikleri.


Ufuk Erbaş

9 Şubat 2013 Cumartesi

UFUK ERBAŞ

Söyleşiyi yapan: Özlem Aslan

Turuncu Mavi (Yıl 8, Sayı 11, 2012) 1. sayfa

Turuncu Mavi (Yıl 8, Sayı 11, 2012) 1. sayfa

Turuncu Mavi (Yıl 8, Sayı 11, 2012) 2. sayfa

Turuncu Mavi (Yıl 8, Sayı 11, 2012) 2. sayfa

TRT bir ekoldür. O kurumun mensubu olmaktan da ayrıca gurur duyuyorum.

– Bir Malatyalı olarak Malatyalılara kendinizi tanıtır mısınız?

– Malatya’da zaten yaklaşık olarak 45 bin Malatyalı kalmıştır. Bu durumda kalan hemşeriler de beni tanıyamamış ve anlayamamışlarsa onlara, ufukerbas.wordpress.com’dan lütfeder, öğrenme gereği duyarlarsa diye, adresimi veriyorum.

– Şu ana kadar gerek müzik gerekse eğitim ve öğretimle ilgili yaptıklarınız nelerdir?

– 1963’ten beri Türkiye, Avrupa’da konserler verdim. Ayrıca konferanslar, sempozyum paneller ile birlikte TRT’de bantlar doldurdum, TV programları yaptım, plaklar doldurdum, LP, kasetler doldurdum. Bunların ikisiyle altın plaklar aldım: “Asker Mehmedim (Zeynebim)”, “Pınara gel ki görem (Üç gün arpanı derem)”. 1963-2012 yılları arasında çok insanlar tanıdım. Normal sokaktaki insandan politikacı, devlet adamı, sanatkâr, milletvekili, belediye başkanı, vali, çeşitli bürokratlar, sanatçılar, her gruptan kişilerle tanıştım ve şu kanaate vardım; herkes insan olarak doğuyor, ama adam olmak büyük bir emek ve fedakarlık istiyormuş! Şöyle ki; karşınızda çok güzel bir elbise ama içi boş, bir adam görüyorsunuz ama üstünde elbise yok. Malum olan diğer söz gibi, “İnsanlar giysileriyle karşılanır, fikirleriyle uğurlanırlar.” İnsanlara şunu öneriyorum: Yalan dinlemek istemiyorsan siyasetçilere soru sorma.

Derlemeler, araştırmalar gibi hizmetlerim oldu. Gezdiğim ilçe ve köylerde okulların kütüphanesi var mı, kitapları var mı bunları saptayarak TRT’nin eğitim yayınlarında canlı yayınla duyurulmasını sağlıyordum. Bunu yaparken o dönemde görevli olan sayın Gülseren Hanımefendi, Alaaddin Bahçekapılı’nın da katkıları olmuştur. Kendilerine teşekkürü bir borç bilirim. Ayrıca İstanbul Yeşilyurt Hava Harp Okulu’nda 50 kişilik pilot adaylarını yetiştirdim ve o pilotlar bugün dünyanın her yerine türkü söyleyerek uçuyorlar. O zamanki korom bugün şerefli pilot filosu oldu. Ne mutlu onlara…

– Şu ana kadar 60 yıllık yaşamınıza sığdırdığınız başarılarınızı bizimle paylaşır mısınız?

– Benim başarılarımı bana sorarsanız, benim bu konuda bir şey söylemem doğru olmaz. Başarı da bana göre göreceli bir şeydir. Benim başarı gördüğümü bir başkası yetersiz, ya da başarısızlık olarak da görebilir. Size somut bir durumumu arz eyleyeyim, kararı siz verin. 1960 yılından beri İstanbul’dayım. 50 yaşımda kiradan kurtuldum. Şimdi size, aklıselim yurttaşlara diyorum ki, “Ham çökelek”, “Oynama şıkıdım şıkıdım”, “Hey George, versene borç”, “Aboneyim abone” gibi bilimsel deha ve güncel uzay çağı(!) parçaları varsa, bizim başarılarımızı halk bile ölçemez.

– TRT sanatçısı olmanın avantajları ve dezavantajları nelerdir?

– TRT bir ekoldür. O kurumun mensubu olmaktan da ayrıca gurur duyuyorum. Bu kurumun mensubu olmanın sayısız faydası ve mutluluğu var; önceliği, saygınlığı var. Tabii ki hal böyle olunca saygınlığını korumak gibi sorumluluğumuz da var. TRT, Darül Elhan’dan sonra Türkiye’de bir okul olarak; TSM, THM ve radyo tiyatrosu bölümleriyle uzun yıllar sanatçı yetiştirmiş, Türkiye’de birçok konuda çok geniş bir arşive sahiptir. Yeter ki insanlar başvurup araştırma yapsınlar.

– Özellikle müziğe yoğun bir şekilde etki eden popüler kültürün zamanımız çocukları ve gençleri üzerindeki etkisini nasıl görüyorsunuz? Bu etkiden kurtulmak için ne tür çözüm yolları öneriyorsunuz?

– Türk vatandaşının en büyük yanlışı; kimi alkışlayacağı, kimi yuhlayacağı kültürünün olmayışından kaynaklanıyor. Annelerin, babaların izledikleri program ve dizilere bakın, orada gerçeğin kendisini göreceksiniz. Yozluk, bilinçsizlik (sadece giysiyle) kamufle edilip, cehalet çağdaşlık gibi sunulur. Bir nevi kadın-erkek pazarlama kanalları reyting patlaması yapıyorsa bu milletin gözüne patlama düşe inşallah.

– Malatya’da konservatuar açılması için geçmişteki çabalarınızı biliyoruz. Şu anki süreçte tekrar böyle bir girişim ve çalışmanız var mı ve olacak mı?

– Yanılmıyorsam 18 Kasım 2011’de Malatya’da bir sempozyum yapıldı. Ben Malatyalıyım; İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuarı sanatçı ve öğretim görevlisiyim. Daha önce Battal Gazi’nin 1988’deki 2. sempozyumuna beni davet ettiler, bildiri sundum, iki gün sürdü. Bu sempozyumu İnönü Üniversitesi yaptı. Davetliler de, işin organizesi de ehil ellerden olunca son yapılan gibi fiyaskoyla sonuçlanmadı. Çünkü akademik çatı altında, akademisyen kişilerden oluşan donanımlı üstatlardan müteşekkil bir kadroydu. En önemli husus da, bazı kişilerin bu organizasyondan akçeli işlerden menfaat edinmeleri için ortam oluşturulmasıdır. Oysa ben derlemeci, araştırmacı ve sanatçı olarak 50 yıllık birikimim, akademisyen kimliğim ortadayken, Dr. Halil Atılgan (4 kitap yazmış Malatya için), Erol Köker (sanatçı ve TRT repertuar kurulu üyesi), Malatya ve çevresinden birçok türkü, uzun hava derlemesi yapmış TRT Yurttan Sesler Korosu şefi İTÜ Temel Bilimler mezunu Mehmet Seske, Malatya’yı ve çevresini iyi bilen bir gardaşımız Selahattin Alpay -memleketimizin sanatçısı ve evladı, onun da yaklaşık 45 yıllık hizmeti ve derlemecilik gibi hizmeti var-, Belkıs Akkale de yine Malatyamızın sanatçı evladı; bu kadar plak, kaset, filmler yapmış olan bu insanlar bilinçli olarak uzak tutuldular. Çünkü sanatçılar popüler oldukları için oradaki diğer katılımcıları gölgeleyecekti. Bence bu arkadaşların hepsinin bildiri sunması gerekmez. O ortam içerisinde olsalardı sempozyumdan daha fazla söz edilir, katılımcı sayısı çok fazla olurdu. Ulusal basında da yazılı ve görsel olarak daha çok ses getirirdi. Mesela ben davet edilseydim, Malatya’dan çalınarak başka memleketlere mâl edilen, başka kaynak kişi ve derlemecilere mâl edilen değerlerimizi gündeme getirip, orada adlarını ve yapanları rezil etme fırsatımız olacaktı ve bunların düzelmesi istenecekti.

Her konuda olduğu gibi yurdum insanı ve memleketimin insanı ciddi konulara ilgi duymaz.

– Son olarak Malatya Bilim Koleji öğrencileri, öğretmen ve velilerine tavsiyeleriniz ve söylemek istedikleriniz nelerdir?

– Bu kadar temel konulara el attığınız için sizleri kutluyorum. Türküyü anlayabilecek kadar Türkçe öğrettiniz. Kendileri Türkçeyi bilmedikleri halde onu dinlemeyi cahillik sayan cahillerin kültür seviyelerini yükseltmek gerekir. TRT 4 (TRT Nağme) yayınları gibi yayınlara yönlendirilmeliler diyorum. Bazı gençlerimizin günlük 100 kelimeyle konuştuklarını düşünüyorum. Bunları söylerken çok üzülüyorum ama doğruları da birinin söylemesi gerekiyor. Bugün bir Sivas kangalı, Alman kurt köpeği 250 kelime ezberliyorlar. Malatya’da yaşayan gençlerin Malatyalılık misyonuna sahip çıkmasını, kendilerinden önce kimler gelmiş, kimler gitmiş, bunları öğrenirlerse kendilerine rehber olacaktır. 2012 YGS sınavının sonucunda istatistiklerin beni haklı çıkarmasına çok üzüldüm. Ama gerçeği de görmemiz gerekiyor. Sonuç, Türkçe soruların 4 tanesini yapanlar bile çok az, 50 bin öğrenci 0 çekmiş; bu zaten benim tanımlamalarıma bile “az söylemiş” dedirtecek.

Sorularınızı cevaplamaya çalıştım. Her şey için teşekkürlerimi sunuyorum. Selam ve sevgilerimle…

 

Turuncumavi, yıl 8, sayı 11, 2012.


TRT Türkü – 13.12.2012

22 Aralık 2012 Cumartesi

Ufuk Erbaş’ın, 13 Aralık 2012 tarihinde TRT Türkü radyosunda yayımlanan “Babadan Oğula Ustadan Çırağa” programının yapımcıları Ertuğrul Karabulut ve Hasan Özel ile, Türk halk müziğinin nasıl yorumlanması gerektiğine dair sohbeti.


Onun da Altın Plağı Var

7 Nisan 2011 Perşembe

Son bir yılın en sevilen türkülerinden “Pınara Gel Ki Görem”in derleyicisi Malatyalı sanatçı Ufuk Erbaş, aynı adı taşıyan ilk uzunçalarının beklenenin üzerinde satması nedeniyle, geçtiğimiz hafta içinde bir “altın plak”la ödüllendirildi.

“Tempo Plak” ilgililerinin bir içkili lokantada düzenledikleri ödül töreninde sanatçının hemşehrileri, türkü dünyasının ünlüleri katıldı. Yemek sırasında Malatya yöresi türkülerini de seslendiren Ufuk Erbaş, yeni derlediği türkülerle tezelden ikinci uzunçalarını piyasaya çıkaracağını açıkladı. Halen İstanbul Belediyesi Konservatuvarı Folklor Tatbikat Topluluğu’nun kadrolu sanatçısı da olan Erbaş ilk altın plağıyla görülüyor…

Gong dergisi


Ufuk Erbaş “Altın” Buldu

7 Nisan 2011 Perşembe

Halk müziği dünyasının tanınmış sanatçılarından Ufuk Erbaş’ın bir “altın plak” ödülü daha oldu. Geçtiğimiz yıl “Pınara Gel Ki Görem” adlı LP’siyle başarılı bir satış grafiği çizen sanatçıya, bağlı bulunduğu Tempo Plak Şirketi’nin sahibi Kemal Uzunca, Bakırköy sahil yolundaki bir lokantada düzenlenen kokteylde “altın plak” ödülünü verdi. Ufuk Erbaş, tören sırasında yaptığı konuşmada duygularını şöyle dile getirdi: “Bana ikinci kez ‘altın plak’ kazandıran ‘Pınara Gel Ki Görem’ adlı türküyü Mustafa Karakulcu, Malatya’nın Doğanşehir ilçesi, Polat köyünden derlemiş, ilk kez de ben plak yapmıştım. Bundan sonra da, ilk kez kendim söyleyeceğim parçalarla, ödüllerimin sayısını arttırmaya çalışacağım.”

Hey dergisi


Ufuk Erbaş Hem Derliyor, Hem Söylüyor…

7 Nisan 2011 Perşembe

İşi zor… “Pınara Gel Ki Görem”le ilk atılımını yapan Ufuk Erbaş, çıkış için fırsat kolluyor. Ne var ki tek talihsizliği, sahnelerde yeteri kadar erkek sanatçının olması…

Son günlerin sevilen türküsü “Pınara Gel Ki Görem”in derleyicisi Ufuk Erbaş “çıkış” için yollar arıyor… Sahne için ince hesaplar yapıyor…

Bugün, akşam-sabah radyolarda adını duyup, sesini dinlediğimiz nice türkücü vardır ki, “papağan gibi söylemekten” öte hiçbir işlevleri yoktur… Bir memur örneği, yayın saatlerinde stüdyoya girerler, ellerine tutuşturulan nota kağıdında gördükleri sesleri çıkarmaya çalışırlar. Türkü nedir, hangi aşamalardan geçöiştir, nasıl bir olayın başında ya da sonunda yakılmıştır, neyi anlatır, diğer türkülerle benzer ya da benzemez yanları nedir, hiç mi hiç ilgilendirmez onları. İşte bu yüzen de bir arpa boyu ilerleyemezler, “papağan” olmanın ötesine geçemezler…

Bir de son birkaç yılın sanatçılarına bakınız. Hepsi gen., hepsi araştırmacı ve de iyi bir halk sanatçısının nasıl olması gerektiğinin bilincinde…

Nitekim, son günlerde en sevline türkülerin hemen hepsinin derleyicisi de söyleyeni de bu genç sesler… İşte bunlardan biri: Ufuk Erbaş… Türkü söylerken gereksiz mimikleri bir yana bırakılırsa, derlemenin de, öğrenmenin de gereğine inanmış bir sanatçı… “Kendi türkümü kendim bulurum” diyerek sarıldığı Türk halk müziğinde, bugün aralarında “Pınara Gel Ki Görem”in de bulunduğu yaklaşık otuz türküye derleyici olarak ad koymuş. İstanbul Belediye Konservatuarı Folklor Tatbikat Topluluğu’na kadrolu sanatçı olarak girmiş, İstanbul Radyosu’nda bölge sanatçılığı sınavını vermiş, ekran yollarını aralamış… Gelin görün ki, sahnelerde yok Ufuk Erbaş. Türk halk müziğine verdiği emeğin karşılığını alamıyor. Maddeten de, manen de doyuma ulaşamıyor… Belediye elini kolunu bağlıyor. Büyük gazinoların sahnesine çıkamıyor. Radyolar kadrolu sanatçı almadığı için de bu mikrofonları yeterince ve hakkı olan ölçüde kullanamıyor. Ve, türkünün de, türkücünün de ilgi gördüğü şu günlerde “çıkış” için yollar arıyor…

Ne dersiniz, bu atılımı gerçekleştirebilir mi, maddi ve manevi yönden doyuma ulaşabilir mi Ufuk Erbaş?

Gong dergisi


Altın Plağı Rakıya Meze Yaptı

7 Nisan 2011 Perşembe

Türk halk müziği sanatçısı Ufuk Erbaş, düzenlenen sazlı-sözlü bir törenle ilk altın plak ödülünü aldı. Malatya yöresinden derlediği türkülerle ilk ödülünü alan genç sanatçı davetlilere çiğ köfte ikram ederek “Köftenin acısı, türkünün tatlısı ile gider” dedi. Önce kısa bir konuşma yapan Erbaş, “Türk halk müziği, tam anlamıyla işlenmemiş zengin bir sahadır. Bu sahayı araştıracak olan bizim gibi sanatçılara böyle ödüllerle destek sağlamak, teşvik bakımından büyük anlamlar taşımaktadır” dedi.

Daha sonra Türk halk müziği sanatçılarından Ali Gürlü ile birlikte “memleket türküleri” okuyan Ufuk Erbaş, bol acılı ödül törenini tatlıya bağladı.

Bulvar gazetesi


“Pınara Gel Ki Görem” LP Reklamı

19 Mart 2011 Cumartesi

Gong dergisi

 


Türk Halk Müziğinin Güçlü Sesi Ufuk Erbaş: “En Büyük Arzum Malatya’da Konservatuarın Açılmasıdır”

8 Şubat 2011 Salı

Malatyalı ekonomi ve politikada olduğu gibi sanat dünyasında da söz sahibi. Sanat dünyasında bir çığ gibi büyüyen, Malatya’nın bağrından kopmuş altın seslere her geçen gün bir yenisi daha eklenirken, unutulmuyor Malatya’nın sanatçıları. Sanat dünyasında ekolleşen Malatyalılar hep kendilerinden söz ettirirlerken, Malatya’nın ağıtları, yanık türküleri, “Malatya Malatya bulunmaz eşin” türküsü tüm Malatyalıların kulağında…

Bu sayımızda kendisini öğretim üyesi olarak yeni sesler yetiştirmeye adamış olan, Türk halk müziğimizin güçlü sesi hemşehrimiz Ufuk Erbaş ile görüştük.

Uzun yıllar halk müziği içerisinde bulunan, bir zamanlar çıkardığı kasetleri ile zirveye tırmanan, araştırmaları, yazdığı söz ve müziği ile sanat dünyasına ismini altın harflerle yazdırmayı başaran Ufuk Erbaş ile, halen görev yapmakta olduğu İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuarı’nda görüşüyoruz. Ve hemen aklına Malatya’da konservatuarın olmayışı geliyor ve “Hani Malatyamıza konservatuar açılacaktı, ne oldu” diye soruyor. Bu nedenle de milletvekillerine, bakanlara, valilere çok kızıyor. Halk müziğinde öğretim üyesi olarak görevini sürdüren Erbaş, Malatya Konservatuarı’nın açılması için uzun yıllar çalıştığını, sözler aldığını hatta cumhurbaşkanımız sayın Turgut Özal’a dahi söylediğini belirtiyor. Sanat dünyası ile ilgili konuşmalarımızda müziğin her türüne saygı duyduğunu belirten Ufuk Erbaş, “Bazı kişiler özgün müzik yapıyoruz diye halkı sömürüyorlar. Bazı sanatçılar tellallık yapıyor, ben onları sanatçı olarak görmüyorum” cümlelerini kullanıyor.

Malatya’da Milli Egemenlik Caddesi’nde dünyaya gelen, küçük yaşlarda memleketini terk etmesine rağmen her yıl ziyarete gidip Malatya havasını teneffüs edip, suyunu içtiğini belirten Ufuk Erbaş ile görüşmemizi tam olarak sunuyoruz siz değerli hemşehrilerimize…

– Sayın Erbaş, bize kendinizden söz edebilir misiniz? Malatya’daki günlerinizden, sanat dünyasına nasıl girdiğinizden söz edebilir misiniz?

– Malatya’da eskiden Antepli Mahallesi, şimdi ise Milli Egemenlik Caddesi denilen yerde dünyaya geldim. Burası bizim baba evimiz, dede evimiz. Delibaşların Hacı Bekir Ağa’nın torunu, tüccarlardan Mustafa Erbaş’ın da oğluyum. İlkokulu Malatya’da bitirdikten sonra İstanbul’a yerleştik. Tahsil hayatı ve iş hayatı, bütün düzenimizi İstanbul’da kurmuş olduk. Sanat hayatıma bölge sanatçısı olarak radyoya giriş yaparak 1974 yılında başladım. Radyodan sonra TV kapıları aralandı ve televizyon programları yapmaya başladım. Şu an ise İstanbul Üniversitesi Konservatuarı’nda öğretim üyeliği yapıyorum. Yaklaşık 16 yıldır bu konservatuardayım. Türkiye’nin iki ili hariç her tarafını gezdim gördüm. Malatyamızın tüm köylerini, ilçelerini bilirim. Araştırmalar yaparak birçok türküler, uzun havalar çıkardım. Ancak çalışmalarımı arşivimde saklıyorum. Beni çok küstüren kişiler oldu, bunları plak yapmadığım gibi TRT’ye de vermedim. Ben birçok yanlışlıklar görüyorum. Bazı parçaları TRT’den dinliyoruz. Bunlar denetimden geçerek çalınıyor, dinleniyor; ve bir süre sonra da bunların bazıları zirveye ulaşıyor. Halkın dilinden düştükten sonra da “Aman efendim bunlar halk müziği değilmiş, besteymiş” diyerek kaldırıyorlar. Tabii bu gibi durumlarda insanın aklına bazı sorular geliyor. Acaba denetimciler mi işi bilmiyor, yoksa bazı kişiler “Biz biraz para kazanalım, bunları dinletelim, sonra da kaldırıp atarız” diye mi düşünüyorlar? Bunları anlamak mümkün değil.

Evliyim ve iki çocuğum var, çocuklarımı Malatyalı olarak, Malatya’nın örf ve adetleri içinde, bu kültürü onlara aşılayarak yetiştirme gayreti içindeyim.

– Efendim şu anda arşivinizde birçok araştırılmış, derlenmiş türkülerin ve uzun havaların bulunduğunu, ancak bunları kesinlikle TRT’ye vermeyi düşünmediğinizi, plak ve kaset çalışmalarında da bunları kullanmayacağınızı belirtiyorsunuz. Bunlar hep arşivinizde mi kalacak?

– Gerçekten de arşivim oldukça zengin. Malatya’nın birçok uzun havaları, türküleri, sanat eserleri çalınmıştır ve bunlara kimseler sahip çıkmamıştır. Malatyalı sanata büyük önem veriyor ama nedendir ki büyükler hiç ilgilenmiyorlar. Ben İnönü Üniversitesi’nin sempozyumunda tebliğlerden oluşan kitapta bunu dile getirdim. Birçok Malatya türküleri zaman geçtikten sonra başkalarına mal oluyor. Mesela daha önceleri Malatya türküsü olarak repertuarlarda bulunan “Karanfil ocak ocak / Gülüm var kucak kucak” türküsü, Malatya türküsü olarak bilinirdi. Daha sonraları nasıl olduysa Emin Aldemir diye birisi çıkıyor, bu parçayı Orta Anadolu Bölgesi’nden bulduğunu belirtiyor. Ne gariptir ki, bu parça Çırmıhtılı Hakkı Coşkun Baba’nındır. Yine Malatya’nın “Pınara gel ki görem” türküsü de Mehmet Özbek tarafından başka bir yöreye mal edilmiş. Bu türküyü ben derledim ve derlediğim tarih de bellidir. Fahri Kayahan’ın “Karadır kaşların ferman yazdırır / Bu aşk beni diyar diyar gezdirir” parçası Zonguldak türküsü olarak repertuarda görülüyor.

Bunlar en basit örnekler. Malatyamızın türküleri çalınıyor göz göre göre ama sağ olsun kimseler sahip çıkmıyor. Bu konuda en büyük görev yine bizlere düşmektedir. Çocuklarımıza yerel sanatımızı en iyi şekilde öğretmeliyiz. İşte konservatuarımızın bulunmayışı sanat eserlerimizin birbiri ardına kaybolmasına, çalınmasına neden oluyor.

– Peki arşivinizde bulunan eserleriniz konusunda neler söyleyeceksiniz? Bunları nasıl değerlendirmeyi düşünüyorsunuz?

– Ben arşivimde bulunan araştırmalarımı, türküleri kesinlikle televizyon veya radyoya vermeyeceğim. Malatya Eğitim Vakfı var. Bu vakıf Malatya’nın kültürünü, tarihini araştırmak üzere sosyal eğitim yönünden Malatya için çok yararlı çalışmalar yapmaktadır. Eğer MEV yöneticileri isterlerse, bu arşivimdeki eserleri onların adına piyasaya sunarım. Yani hiçbir maddi kazanç gözetmeksizin bu eserleri MEV bünyesinde kaset çıkararak piyasaya sürerim. Bu tabii onlardan gelecek olan teklife bağlı.

– Sayın Erbaş, bu teklifi şimdiye kadar MEV’e götürdünüz mü?

– Hayır, bu teklifi ilk olarak şimdi gündeme getiriyorum ve Kernek Dergisi aracılığı ile de teklifimi MEV’e yapıyorum. Bu konuyu en kısa zamanda yönetim heyeti ile görüşüp karara bağlamaya çalışacağım. Kaset masraflarını üstlensinler, arşivimdeki tüm eserleri türkü yaparak kasetler dolduralım. Böylece hem MEV gelir sağlar hem de büyük bir kısmı Malatya eseri olan bu türküler piyasaya sürülmüş olur.

– Malatya’da konservatuar bulunmaması üzerinde özellikle duruyorsunuz. Bu konuyu neden bu kadar önemli görüyorsunuz?

– Çünkü konservatuar sayesinde eserlerimizi, sanat değerlerimizi muhafaza edebilir ve ancak bu sayede gelecek nesillere aktarabiliriz. Bence sanat eserleri nesiller arasında bir köprü görevini üstlenirler. Ama bu eserlerimizi muhafaza etmezsek, bunların çalınmasına, başka yörelere mal edilmesine sessiz kalırsak bunun hiçbir anlamı kalmayacaktır.

1985 yılında kayısı bayramında devrin başbakanı sayın Turgut Özal başta olmak üzere, bakanlarımıza, milletvekillerimize, üst düzey yöneticilerimize, genel müdürlerimize, vali ve belediye başkanlarımıza Malatya’ya bir konservatuar kurulması konusunda ihtiyacımızı arz ettim ve bu alanda girişimlerde bulundum. O zamanlar belediye başkanı olan Seyhan Semercioğlu bu konuya pek sıcak bakmadı ama olmayacağını da söylemedi. “Olacak olacak” diyerek görevi bitinceye kadar sürüncemede bıraktı. Kaldı ki göstermelik olarak konuyu encümenden de geçirdi. Tüzüm mahalli gazetelerde yayınlandı. Zamanın valisi Naim Cömertoğlu’ndan konservatuarın yerini bile aldık. Belediye o zaman formalite olarak müracaat edecek ve 99 yıllığına cüzi bir para ile kiraya verilecekti, böylece belediye konservatuarı kurulmuş olacaktı. Ancak aradan 5 yıl geçti. Bu arada ne Antep’te, ne Diyarbakır’da, ne de Manisa’nın Turgutlu kazasında konservatuar vardı. Yine Bursa ve Adana da aynı durumdaydı. Ancak bu illerin hepsinde şu an konservatuar kurulmuş olmasına rağmen Malatya’da hala kurulamadı. Ben Malatya’ya gittiğimde bu konu yine gündeme geliyor ancak ben gidince her şey yine unutuluyor. Bu konuda başbakan Özal, Talat Zengin, Bülent Çaparoğlu, Metin Emiroğlu, Yusuf Özal ile ikili görüşmelerde bulundum, ancak hepsi de bu konuda ne gerekiyorsa yapacaklarını söylemelerine rağmen hepsi de unuttular. Bundan sonrasının artık beni ilgilendirdiğini söyleyemem. Çünkü o memleketin oyunu alıp da hizmet vereceklerini söyleyerek milletvekili, bakan olanlar sözlerini unutuyorlar. Malatya’nın ileri gelenleri bu konuda gerekli gayretleri göstermezlerse ben ne yapabilirim?

– Sayın Erbaş, Malatyalı sanatına sahip çıkmıyor mu?

– Malatyalı aslında sanatı seviyor ve ilgileniyor, ancak esas ilgi göstermesi gerekenler politikacılarımız, bürokrasi içinde bulunan büyüklerimiz. Sanki konservatuar eğlence yeri olarak değerlendirildi. Konservatuarlar eğlence yeri, disko değil bir eğitim yeridir, okuldur. Bu yer olmazsa Malatya’da müzik ile ilgili bir gelişme olmaz.

– Arabesk müzik hakkında neler düşünüyorsunuz?

– Arabesk müzik denince, siz insanı neşelendirici, mutluluk veren bir parça hatırlıyor musunuz? Ben bu müzik türünü, gençlerde melankoli denilen ciddi bir dengesizlik ve hastalığı oluşturacak bir müzik olarak görüyorum. Bugüne kadar insanı rahatlatan bir arabesk parçaya rastlamadım. Arabesk müzik gariban camiaya sesleniyor ve onlara hitap ediyor. Bu müziği çok değişik kitleler dinliyor. Ama halk müziğimizin bir öz geçmişi var. Milli kültürümüzü yansıtan özellikleri haizdir. Türk halk müziği, Türk sanat müziği bir kaynağa, geçmişe sahiptir. Ama arabesk ne olduğu belli olmayan ve Türk müziğini baltalayan bir müzik türüdür.

– Sayın Erbaş bize tanınmış eserlerinizden bahsedebilir misiniz?

– Ben biliyorsunuz eserlerimi plağa veya kasete okumadım. Çok çok eskilerde bunu yapıyordum. Mesela “Askerden gelen mektup” bunlardan birisi. Bunun sözlerini ben yazdım, müziğini de ben ayarladım. Çok da satmıştı. İlk dörtlüğü şöyleydi: “Vatan borcu bitti sılaya döndüm / Sen toprakta bense yaşarken öldüm / Kara haberinle mecnuna döndüm / Uyan Zeynebim Zeynebim / Baş ucunda duran senin Mehmet’in”

Bundan sonra da plaklar yaptım, yine iki tane de kaset piyasaya sürdüm. Ben genelde derlemeler yaptım. Yine Arguvan havasını ben çıkarttım diyebilirim. İlk olarak bu türde ben okudum ve böylece yaygınlaştı.

– Malatyalı sanatçılar olarak İstanbul’da oldukça fazla bir sayıdasınız. Acaba hiç bir araya gelip toplantılar yapıyor musunuz? Zirveye ulaşmış sanatçılar olarak, Malatya’daki amatörlere sahip çıkıyor musunuz?

– Malatyalılar her alanda olduğu gibi sanat dünyasında da zirveye ulaşmış, söz sahibi olmuşlardır. Ancak nedense İstanbul’daki sanatçı hemşehrilerimiz ile bir araya gelip beraber olamıyoruz. Ben bazı halk müziği sanatçıları ile konuşuyor, yardımlaşıyorum. Örneğin Selahattin Alpay, Belkıs Akkale. Ama hiç tüm sanatçılar bir araya gelemedik. Bir öğretim üyesi olarak Malatya’daki altın seslere sahip çıkmaya çalışıyorum. Ama bu konuda başarılı olmanın tek yolu, bence konservatuarın açılmasıdır. Ama bu aşamadan sonra bu bizim değil büyüklerimizin elindedir.

– Bize biraz da aile yaşamınızdan söz eder misiniz?

– Ben yapı olarak tartışmayı sevmem ve benim dediğimin olması için uğraşırım. Evde ben ne dersem o olur. Çocuklarımın ne yapacaklarına, hangi saatte eve gelip gideceklerine ben karar veririm. Tabii eşimin de fikirlerini alırım. Ama son sözü ben söylerim. Ben Malatyalıyım ve Malatyalı olmaktan da gurur duyuyorum. Çocuklarımı da Malatyalı olarak yetiştirmeye gayret ediyorum. Davranışları, konuşmaları, büyüklerine-küçüklerine karşı davranışları hep Malatyalıcadır.

– Sayın Ufuk Erbaş, bize biraz da özel zevklerinizden, hobilerinizden bilgi verir misiniz?

– Ben hayvanları çok severim. Yani kedinin haricindeki tüm hayvanları, çünkü onlar hakkındaki tüm kararları siz verirsiniz ama bunlar sizin davranışlarınıza karşılık vermezler. Yapılan bir kötülüğe dahi ses çıkartmazlar. Yine kanaryaya karşı özel bir sevgim olup, evimde bile beslemekteyim. Ayrıca evde şalvarla oturmak, tespih çekmek çok hoşuma gidiyor. Malatya’nın ekşili köftesine bayılırım, eşime her zaman bu yemeği pişirtirim. Seyahat etmekten, insanlarla konuşup onların sorunlarının çözümü için mücadele etmekten hoşlanırım.

– Dergimiz aracılığı ile Malatyalılara ve Malatya’nın ileri gelenlerine söylemek istediğiniz nelerdir?

– Ben Malatya’nın ileri gelenlerine ve Malatyalılara isteğimi 5 yıl önce söyledim ve yine söylüyorum. Sanatımıza sahip çıkalım, sanatımızın, müziğimizin, gençlerimizin kurtuluşu için konservatuar açılması mutlaka gerekir. Bu konuda bence MEV’e de büyük görevler düşmektedir. Konservatuar bir eğitim yuvası, bir okul olduğuna göre buranın açılabilmesi için MEV’in de çaba sarf etmesi gerekir.



“Konservatuarı Malatya’ya Çok Gördüler”

8 Şubat 2011 Salı

“Pınara gel ki görem” türküsüyle ünlenen, Malatya’nın gurur duyduğu sanatçı Ufuk Erbaş “Biz reklam için Malatya’yı sevmedik. Karşılıksız sevdik. Malatyalı önce siyasetçiden hesap sorabilmeli. Belediye konservatuarı kurulması için çalmadık kapı bırakmadım. Ama belediyeler konservatuara başka gözle bakıyor.”

En son beş yıl önce Malatya’ya gelmiş. Malatya sevdalısı. Daha da ötesi, Malatya’da kendisini bağlayacak bir tek ağaç bile bulunmamasına içerleyip, göz yaşı dökecek kadar duygusal. 1970’li yıllarda genç kızların sevgilisi, gençlerin idolü Ufuk Erbaş. Plakları döndükçe halkı coşturup eğlendiriyor, gazete sayfalarında görününce Malatyalıların gurur dolu sözcüklerine hedef oluyor.

“Pınara gel ki görem” türküsüyle Türkiye’nin tanıdığı sanatçımız Ufuk Erbaş bu. Birçok meslektaşı gibi hem Malatya’yı sevdiğini söyleyip etkinlikler için astronomik rakamlar isteyen, hem de özellikle siyasi rant peşinde koşanlardan değil. Uzun soluklu sohbetimize girerken gözleri doldu.

“Dışarıdaki Malatyalılar Malatya’yı akıllarından çıkarmazlar. Birçok şeyini hayal edip, gittiklerinde onları mutlaka yerine getireceklerini söylerler. Çok şey mi beklerler? Geldiklerinde bunları yaşarlar mı, ya da hayal kırıklığı yaşarlar mı?” dememizi bekliyormuş göz yaşı akıtmak için.

“Dışarıda her an aklınızdadır Malatya. Çıkaramazsınız onu bir türkü beyninizden. Söküp atamazsınız. Dışarıda karşılaştığınız o ilin yöneticileri ya da hemşehrileriniz sizden övgüyle bahsedip mutlaka beklediklerini söylerler. Büyük ilgi göreceğinizden çok, Malatya’yı hayal ettiğiniz gibi görmek istersiniz. Geldiğinizde tam bir hayal kırıklığı yaşarsınız. 5 yıldır gelmemiştim. İçimde büyüttüğüm Malatya’yı umduğum gibi bulamadım. Konuya tam can alıcı noktadan daldınız.” dedi Ufuk Erbaş.

Neden İstanbul’a ilkokuldan sonra gittiklerini sorunca yine duygulandı. Babasından pek bahsetmedi. Yanlışlarını bildiğimizi söyleyip aynı nedenlerle fazla bahsetmek istemediğini belirterek şöyle dedi:

“Malatyalılar kendi aralarında konuşurken hep “Kimlerdensin” derler. Ben hep dedemi söylerim. Dedemle gurur duyarım hep. Antepli mahallesinden Delibaşlardanım. Hacı Bekir Ağa’nın torunuyum. Büyük arazilerimiz vardı. Çoğu Karakaya Baraj Gölü altında kaldı. Babamın yanlış tutumları yüzünden onları kaybettik. Annemle babam ayrılınca annemle İstanbul’a gittik. İstanbul’da orta, lise ve konservatuarı bitirdim. Müzik dünyasına atıldım.”

Özellikle kayısı festivallerine Malatyalı sanatçıların çağırıldığını, ancak yıllardır festival komitelerinden Malatyalı sanatçıların astronomik rakamlar istediğini belirterek, kendisinin bu konunun neresinde olduğunu sorduk ve ekledik “Selahattin Alpay ile neden konuşmuyorsunuz?” diye. Yine bam teline bastığımızı söyledi.

“Bir kayısı festivaline davet edildim, rakamı ben söylemedim. Dediğiniz sanatçı bana önerilen fiyatın iki katını istemiş. Onlar da beni tercih ettiler. Konservatuardan özel sazlarımla, yani saz arkadaşlarımla geldim festivale. O sanatçı fazla para istediği için getirmemişler. Festival akşamı hem baloda, yani Sümerbank havuz başında, arkasından da stadyumda konser vereceğim. Akşam konserine hazırlanırken odaya girdim ki, o sanatçı benim sazları ayarlamaya çalışıyor. Üç-beş parça söyleyecekmiş. Sanatçu arkadaşlarımız da “Biz Ufuk Erbaş için geldik. Zamanımız dar. Sizin programa çıkamayız” demişler. Bunu ben de odaya girince duydum. Anlaşma yapmamış ama, baloda dönemin başbakanı merhum Turgut Özal var. Bakan lar var. Siyasilere, büyüklerimize hava atacak. Hem de benim sazlarımla benden önce çıkacak. O günden beri kendisi benimle konuşmadı. Ben de konuşmuyorum. Biz reklam peşinde koşmadık. Malatya’yı karşılıksız sevdik.”

35 yılda 20’ye yakın plak ve beş kadar kaset yapmış. Derleme çok. 35 yıl İstanbul Üniversitesi Konservatuarı’nda öğretim görevlisi olarak çalışmışç Prof. Dr. Mesut Parlak bırakmadığından üniversite ile bağını şimdilerde yine koparmamış.

Sorulara hazırlanmadan kendisi bir soru patlatıyor. “Hangi sanatçı kendi parasıyla Malatya’ya kalıcı bir hizmet yaptı” diyor ve 1984’lerdeki bir anısını yine hayıflanarak anlatıyor:

“1984’te bir kayısı festivaline geldim yine. Yine başbakan merhum Turgut Özal var. Onun yanında belediye başkanı Seyhan Semercioğlu. Başbakana hitaben adeta yalvarırcasına, Malatya Belediyesi’nin bir konservatuar açmasını istedim. Başbakan belediye başkanına baktı. O da başını sallayıp olur verdi. Konservatuar oluru o zaman verildi. 1988’de geldiğimde adından bile söz edilmiyordu konservatuardan.”

Biraz kırgın, biraz küskün görüyoruz Erbaş’ı Malatya’ya. İrdeledikçe anlatıyor. Anlattıkça derinlere dalıyor. Zaman zaman yine göz yaşlarını tutamıyor.

“Biz öyle şeylere tanık olduk ki ANAP sonrası. ANAP döneminde sipariş edilen, İnönü Üniversitesi için yurt dışından getirtilen çok sayıda cihaz başka üniversitelere kaydırıldı. Kimin sesi çıktı? ANAP döneminde kendi çıkarını gözetenler ön plana çıktı. Malatya için bir şeyler isteyen bizler kenara çekilmek zorunda kaldık. ANAP sırtından niceleri köşe oldu. Rahmetlinin ölümünden sonra o dönem nutuk atanlar nerede? Malatya için ne yapıyorlar? Ben onu bunu bilmem. Malatyalı hesap sormasını bilmiyor. Hesap soracaksınız hesap.”

Ufuk Erbaş dertli… Öylesine bir serveti de yok. Konservatuar hocalığı ve emeklilik. En hayıflandığı konuya gelince, yine göz yaşlarına engel olamıyor ve anlatıyor:

“En zoruma giden de, bu kadar çok sevdiğim Malatya’da bir dikili ağacımın olmaması. Şimdi arıyorum bir baraka gibi yer ve bir kayısı ağacım olsun yeter. Adeta haykıracağım İstanbul’da “Benim de Malatya’da bir dikili ağacım var” diye.”

Ve sonunda ekliyor Ufuk Erbaş: “Her şeye rağmen Malatya’yı çok çok seviyorum. Malatya için ne tür hizmet diyorsanız yapmaya hazırım. Ha, yukarıda anlattığım konservatuar yapılsaydı sanıyorlardı ben görev alacağım. Asla öyle bir niyetle söylemedim. Zaten Malatya’ya gelemezdim. Yanlış anlaşılmasın. Biz, Malatya’da Malatyalılar Derneği’nin felsefesi gibi Malatya’yı karşılıksız seviyoruz.”

Bakış, 30.05.2005, sayfa 5


Ufuk Erbaş Sempozyumda TRT ve Sanatçılara Çattı: “Repertuar Kıyımı Yapılıyor”

8 Şubat 2011 Salı

Malatyalı Türk halk müziği sanatçısı ve İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuarı Sanatçı Öğretim Üyesi Erbaş sempozyumda bildiri sundu. Erbaş, kendi derlediği birçok türkünün daha sonra bazı sanatçılar tarafından değiştirilerek başka yörelere mal edildiğini söyledi.

Türk halk müziği sanatçısı ve İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuarı sanatçı öğretim elemanı Malatyalı Ufuk Erbaş, İnönü Üniversitesi’nce düzenlenen Malatya Çevresi Halk Kültürü ve Battal Gazi Sempozyumu’na sunduğu “Malatya Halk Türkülerinin Repertuarlardaki Yeri” konulu tebliğinde “Repertuar kıyımı var” dedi.

Malatya’ya ait olan birçok türkünün bugün başka yörelere mal edildiğini ileri süren Erbaş, bu konuda TRT’yi suçladı.

Kendisinin 1976 yılında yaptığı tespitlere göre, “Karanfil ocak ocak / Gülüm var kucak kucak” adlı türkünün Malatya repertuarında iken şimdi Orta Anadolu türküsü olarak görüldüğünü ifade eden Erbaş “Türkünün kaynak kişisi Malatyalı Necati Coşkun’dur. Oysa şu anda derlemeyi yapan ve notaya alan Emin Aldemir olarak görülüyor”

“Pınara gel ki görem” adlı türküyü de kendisinin derlediğini ve yıllarca TRT’de yayınlandıktan sonra repertuardan çıkarıldığını ifade eden Ufuk Erbaş, aynı türkünün Mehmet Özbek tarafından bazı değişiklikler yapılmak suretiyle yeniden TRT’de yayınlanmaya başladığını söyledi.

Erbaş “Oysa ben bu türküyü Doğanşehir ilçesinin Polat kasabasında iki ayrı şahıstan derledim” diye konuştu.

“Gidin bulutlar gidin / Yarime selam edin” adlı türküyü de yine kendisinin yıllar önce Malatyalı Necati Coşkun’dan derleyip ses bandına aktardıktan sonra TRT’ye gönderdiğini belirten Erbaş, bu konuda da şöyle dedi: “Kendi ses bandımı gönderdiğim TRT’den olumlu ya da olumsuz bir cevap alamadım. Ancak 9 yıl geçtikten sonra aynı türkü bazı yerleri değiştirilmiş şekilde Erkan Sürmen tarafından derlenmiş gibi gösterilip repertuara alındı.”

“Malatya Malatya bulunmaz eşin” adlı derlemenin de Malatya’ya mal olmuş iken, bunun da Elazığ’ın “Üç ayak” adlı oyun havası olarak görüldüğüne dikkat çeken Erbaş, 1976 yılında yaptığı incelemelerde “Bir mektup yazdırdım Urfalı kızına” adlı türkünün de o zaman Malatya türküsü olarak görülmesine karşın, bugün Adıyaman türküsü olarak görüldüğünü bildirdi.

Şu anda Malatya’nın repertuara kabul edilmemiş oldukça fazla sayıda türkülerinin bulunduğunu belirten Erbaş, bunun da repertuar kurullarıyla idari mekanizma arasında bir kopukluk olduğunu gösterdiğini, Malatyalı Fahri Kayahan’ın “Bir oda yaptırdım hurma dalından” adlı türküsünün kabul edilmemesine karşın Erzurum Radyosu’nda çalınmasının bunun bir delili olduğunu gösterdiğini ifade etti.

Derlemecilik ve repertuar çalışmalarını eğitimden geçmiş kişilerin yapmaları halinde bu şekilde hataların yapılmayacağını da belirten Erbaş, İnönü Üniversitesi’nin bir konservatuar kurması halinde kendisine ait çok eski 150 adet taş plak albümü ile yüzlerce derlemeyi ve çok sayıdaki türkü notalarını konservatuar arşivine bağışlayacağını açıkladı.

Görüş, 21.10.1988


Haftanın Sohbeti (Röportaj: Nihat Abacı)

8 Şubat 2011 Salı

3. Malatya Çevresi Halk Kültürü ve Battal Gazi Sempozyumu’na katılıp tebliğ sunan hemşehrilerimiz sanatçı Ufuk Erbaş ile gazeteci yazar Şemsi Belli ile görüştük.

Kendi alanları ile ilgili konuları görüştüğümüz hemşehrilerimize bu haftaki “Haftanın Sohbeti” köşemizi ayırdık. Neden sayın Erbaş ve Belli’yi seçtik, çünkü il dışından gelip 49 tebliğ sunanlardan yalnız ikisi Malatyalıydı.

Yeniden sahnelere dönüyorum

– Ufuk bey, sizi zaman zaman TRT’de duyuyor, görüyorduk. Müziği bıraktınız mı?

– Bazı kişiler beni küstürdüler. Ancak dostlarımın ve sevenlerimin ısrarı üzerine tekrar sahnelere döneceğim. Bu yıl bir patlama yapıp yeni derleme ve türkülerle kendimi göstereceğim.

– Efendim Malatyalı olarak Malatya’yı nasıl görüyorsunuz? Bir de nasıl Malatyalısınız? Bilmem söylemek istediğimi anladınız mı?

– Malatya’yı çok seviyorum. Bir yıldan fazladı gelemedim. Sempozyumda tebliğ sunduğum için geldim, ancak yağmurdan pek gezemedim, kimseden bilgi alamadım.

Belediye beni festivale davet etmedi

– Sizi kayısı festivallerinde göremedik. Bunun sebebi nedir?

– Bedava dahi gelmeye razı olduğum halde, milyonlarca lira başka sanatçılara veren belediye beni festivale davet etmiyor. Çünkü korkuyorlar. Ne zaman mikrofonu elime alsam konservatuar konusunda sorular sorup hatalarını yüzlerine vuruyorum.

– Zaten notlarım arasında sizin Malatya Belediyesi Konservatuarı kurma çalışması ile ilgili sorular da var, bu konu ve gelinen aşamalar hakkında bilgi verir misiniz?

– Ben bu konuyu yıllar önce ilettim, ancak sayın belediye başkanımıza bir türlü kabul ettiremedim.

Konservatuarın Malatya’da açılmasını Malatya’nın tüm milletvekillerine, önceki valiye ve hatta başbakana dahi iki defa ilettim. Ancak bugüne kadar bir sonuca varılmadı.

Bu konuyla ilgili olarak vali beyle görüşecektim, ancak kendileri il dışındalardı. Sanıyorum ki vali bey ilgilenirdi. Çünkü valimizden herkes memnun. Özü, sözü dürüst ve devlet otoritesini kişiliğine sindirmiştir. Ama İstanbul’dan belediye konservatuarı ile ilgili olarak bir rapor kendilerine göndereceğim.

Şuna dikkat çekeyim ki, konservatuar konusunda belediye sürekli kaçıyor. Yaptıkları bir iş olmadığı için refüze olacaklarını biliyorlar. Bu konunun sürekli takipçisi olacağım.

– Ufuk bey, geçen yıllar “Pınara gel ki görem” adlı derlemeniz bir hayli tutulmuştu. Sonra bunun derlemesini Mehmet Özbek ben yaptım demişti. Ne diyeceksiniz?

– “Pınara gel ki görem / Elin uzat gül verem / Dur dur dursana / Dur bir haber versene” adlı derlemem Malatya’ya ve bana aittir. Mehmet Özbek bir-iki değişiklik yaparak kendisine mal etti.

– Sempozyuma katıldınız, sempozyumun kısa bir değerlendirmesini yapar mısınız?

– Sempozyumlar bilim ve ilim adına çok yararlıdır. Her konuda hiç irdelenmemiş dallarda ve konularda yeni araştırmalar, saptamalar, kanıtlar ortaya çıkıyor. Açıkça söyleyeyim ki ben de sempozyumda çok şeyler öğrendim. Battal Gazi Sempozyumu da oldukça yararlı ve başarılı oldu.

– Efendim sizden son olarak da bir anı rica etsek?

– Yıl 1984. Temmuz ayında festivale katılan başbakanımız Özal’a Sümerbank havuz başında Malatya’ya belediye konservatuarı konusunu iletmiştim.

15 Nisan 1988’de İstanbul Hilton Oteli’nde 44. Kayısı Gecesi’nde Malatyalı sanatçılar davet edilmişti. Sanatçıların kısaca kendilerini tanıtmaları ve istekleri istendi. Füsun Önal Malatyalı zengin bir koca, Selçuk Alagöz çocuğuna bilmem ne, yani herkes kendi için bir şey istiyordu, ben de sayın başbakanımıza Malatya’ya konservatuar kurulmasını ilettim ve bu konuyu kendilerine 1984 yılı festivalinde Malatya’da ilettiğimi hatırlattım ve bugüne kadar aşama kaydedilmediğini söyledim.

– Bu kısa sohbetimiz için teşekkür ederim.

– Ben de size teşekkür ederim.

Yenimalatya, 24.10.1988


Ufuk Erbaş, Malatyalı Sanatçıları Malatyaspor’a Yardıma Çağırdı

8 Şubat 2011 Salı

YENİ ÇIKACAK KASETİN GELİRİNİN YÜZDE 10’UNU MALATYASPOR’A BAĞIŞLAYACAK

Erbaş, Malatyaspor yararına düzenlenecek balo ve konserlere ücretsiz olarak katılacağıı açıkladı.

Belediye konservatuarının kurulması için girişimlerde bulunan ve şimdi de Malatyaspor Kültür Vakfı için kolları sıvayan Malatyalı Türk halk müziği sanatçısı Ufuk Erbaş, Malatyalı sanatçıları Malatyaspor’a yardıma çağırdı.

Sarı-kırmızılı taraftarlarda olduğu gibi Malatyalı her sanatçının da üzerine düşen görevi yapması gerektiğini söyleyen Ufuk Erbaş, bundan böyle Malatyaspor yararına düzenlenecek her gece ve baloya ücretsiz olarak katılacağını açıkladı. Sanatçıların fedakar tutumlarının Malatyaspor’a güç katacağını belirten Erbaş, arkadaşımız Vahap Güner’e şunları söyledi:

“Takımımız ligde yaşam mücadelesi vermektedir. Her Malatyalının olduğu gibi biz sanatçıların üzerine de bazı görevler düştüğüne inanmaktayım. Benim kendi izlenimlerime göre, Malatyasporlu idareciler, sanatçı bulamadıkları veya çok fazla para istedikleri için Malatyaspor yararına gece ya da balo düzenleyemiyorlar. İşte burada biz Malatyalı sanatçılara görev düşmektedir, Malatyalı olarak ün yapmış sanatçıların bu gecelere katılması sanırım bir memleket görevidir. Ben şahsen, Malatyaspor yararına düzenlenecek her gece, balo ve konsere ücretsiz olarak katılacağımı kamuoyuna bildirmekten büyük bir mutluluk duyuyorum.”

Yeni çıkacak kasetin gelirinin %10’unu Malatyaspor’a bağışlayacak

Malatyaspor’a imkanları ölçüsünde yardımcı olmak istediğini belirten Ufuk Erbaş, yakın bir zamanda çıkacak kasetinin gelirinin yüzde 10’unu Malatyaspor’a bağışlayacağını bildirdi.

Değişim Plak ve Kasetçilik Şirketi’nce kasım ayı içerisinde piyasaya çıkarılacak olan kasetin bütün türkülerinin Malatya yöresine ait olduğunu ifade eden Erbaş, diğer sanatçıların da Malatyaspor’a katkıda bulunması gerektiğini söyledi.

Yenimalatya, 26.10.1984, sayfa 4


Solistler Geçidi’nde Neşeli Dakikalar: Üç Tür Müzikten Oluşan Programda Beş Sanatçı İkişer Parça ile Ekrana Geliyor

2 Şubat 2011 Çarşamba

Ankara Televizyonu’ndan Faruk Üçok’un hazırladığı Solistler Geçidi programına beş sanatçı katılıyor. Türk sanat, Türk halk ve Türk hafif müziği türlerinde sanatçıların okuyacağı parçalar şunlar:

Ufuk Erbaş – “Mevla’m birçok dert vermiş”, “Pınara gel ki görem”

Semra İnanç – “Sen neşeden haber ver”, “Çekemezler sevgimizi”

Aydın Tansel – “Canım sevdiğim”, “Deli gönlüm”

Melek Tan – “Yine dertli dertli inliyorsun”, “Ilgıt ılgıt esen seher yelleri”

Bilge Pakalınlar – “Gönlümün şarkısını gözlerinden okurum”, “Sarı kurdelem sarı”


Kayısı Festivali’ne Katılacak Sezer Güvenirgil ve İbrahim Köker Perşembe Akşamı Televizyonda – Festivale Ufuk Erbaş da Gelecek

2 Şubat 2011 Çarşamba

Kayısı Festivali’ne katılacak olan ünlü seslerimizden Sezer Güvenirgil ve İbrahim Köker, perşembe akşamı televizyonda birer konser verecektir.

Türk sinemasının ve batı müziğinin ünlü isimlerinden Sezer Güvenirgil ile Ankara sahnelerinin değerli klasik Türk müziği sanatçılarından İbrahim Köker, perşembe akşamı televizyon programından sonra, önümüzdeki hafta ilimize geleceklerdir.

İbrahim Köker’e Malatya’da vereceği balo ve stadyum konserlerinde Cavit Ünyaylar yönetimindeki TRT’nin ünlü saz heyeti eşlik edecektir. Her iki konserin başarılı geçmesi için ses düzeni de modern bir şekilde olacaktır. Ses düzeni için ilimize yurt çapında ün salmış Zenger firması gelecektir.

Öte yandan 5. Kayısı Festivali Kutlama Komitesi’nin davetini kabul eden Malatyalı halk türküleri sanatçısı ve İstanbul Konservatuarı Halk Türküleri Öğretim Üyesi Ufuk Erbaş ile İstanbul Televizyonu’nun Dr. Nevzad Atlığ yönetimindeki koronun değerli seslerinden Malatyalı Necmettin Yıldırım da festivaldeki konserlere katılacaklardır. Birçok Malatyalı sanatçının çok büyük paralar istemesine karşın, halk türküleri sanatçısı Ufuk Erbaş’ın hiçbir karşılık beklemeden konserimize geleceğini bildirmesi iyi bir jest olarak değerlendirilmiştir.

Her iki konsere sekiz ilin halk oyunları ekipleri ile anlaşmak için halen temasları sürdürülen bazı ünlü isimler de katılacaklardır. Stadyum, belediye ESO işletmelerince ışıklandırılacak, sahne ise İstanbul’dan gelecek olan bir ışık düzeni firması tarafından özel olarak ışıklandırılacaktır.


“Pınara Gel ki Görem” Ufuk Erbaş’a Altın Plak Kazandırdı (Hazırlayan: Fatma Suat Demirok)

2 Şubat 2011 Çarşamba

Türk halk müziğinin ünlü sanatçısı Ufuk Erbaş’ın derlediği türküsü dillerde dolaşırken, sanatçı ektiğini nihayet bu yıl biçti. Birçok derlemelerin sahibi, sanatçının yaklaşık iki yıldır üne kavuşan türküsü üstelik şöhretine de şöhret kattı.

“Pınara gel ki görem” son yılların en sevilen türküsü oldu. Sanatçı bu türkü ile altın plak alınca, sevincini sahne ve konservatuvar arkadaşlarıyla bir gazinoda kutlarken, son derece heyecanlı görünüyordu.

Sevinç ve mutluluğunu bir kez de evinde çiğköfte partisi ile kutlayan Ufuk Erbaş mutluluğunu şöyle ifade etti:

“Bir sanatçının aldığı en büyük armağan 3-5 çiçek ve alkış… Altın plak ise armağanların en yücesi. En güzeli… Bir sanatçının zirveye çıkışının en güzel simgesi, unutulmazlığı… Sanatçıyı daha da ileri atılımlara götüren çok güzel bir teşvik vesilesi…

Bundan böyle de dinleyicilerimden aldığım güçle daha da güzel eserler vererek, çalışmalarımı sürdüreceğim. Çok mutluyum” diyen sanatçıyı biz de kutluyor, nice altık plaklarını kutlamayı diliyoruz.


He… Babo He..!

2 Şubat 2011 Çarşamba

Kernek, sayı 5, 1991, sayfa 7

Zannetmeyin ki Ufuk Erbaş sadece türkü söyler. Tüm türkücüleri haraca bağlamıştır. Ama bu günlerde pek keyfi yok. Herhalde Körfez krizi türkücüleri de etkilemiş.


Türk Halk Müziği ve Ufuk Erbaş

2 Şubat 2011 Çarşamba

Soru: TRT’ye halk müziği sanatçısı alınırken hangi ölçülere göre alınmalıdır?

Cevap: Öncelikle müzisyenliğin gerektirdiği yeteneklere sahip olması şarttır. Eğer bu sanatçı adayı, ses sanatçısı olmak üzere başvuruyorsa, kesinlikle ses güzelliği aranmalıdır. Çünki, musiki kültürü öğrenimle mümkündür. Adaya her şeyi öğretimle verebilirsiniz, fakat Allah vergisi olan ses güzelliğini verebilmek katiyen mümkün değildir. Sonuç olarak hammadde sayabileceğimiz ses güzelliği, yöresel tavır özelliği olması şarttır. Saz sanatçısı adaylarda da ses dışındaki diğer saydığımız özellikler bulunmalıdır, onlarda da yöresel tavır ve mızrap özellikleri aranılmalıdır.

Soru: Türk halk müziğine yön verilmeli midir, nasıl yönlendirilmelidir?

Cevap: Aslında yön verilmiştir. Ancak umulan ve planlanan aşamaya gelinememiş olabilir. Bu da gene halka en güzel ezgilerle daha fazla yaklaşmak, dinleyici kitlesine kıstas imkanı vermek ve tümünden daha etkili olacak eğitimi verebilmek, konuya daha gerçekçi bir yöntemle yaklaşmak gereklidir. Bazı derlemeci arkadaşlarım gibi ben de köyleri geziyor ve bu kırsal kesimlerde halk topluluklarıyla çeşitli söyleşilerde bulunuyorum. Bu söyleşilerimden edindiğim intibalarım ise şöyledir: Türkülerimizin sözlerindeki eğitici ve yöneltici özelliği ağırlık taşıyan ezgilere daha çok itibar ediyorlar. Bunlardan birkaç örnek vermek istiyorum: “Mecliste arif ol kelamı dinle / El iki söylerse sen de bir söyle”, “Dünya umuruna meylini verme / Sen de kurtulmazsın ecel elinden”, “Yara sızlar yara sızlar / Ok değmiş yara sızlar / Yaralının halinden / Ne bilsin yarasızlar”, “A benim bahdı yarim / Gönüller tahtı yarim / Yüzünde göz izi var / Sana kim baktı yarim” gibi daha binlerce örnekler verebiliriz. Sonuç olarak diyorum ki; radyo ve televizyonlarda diğer tüm yayın organlarından sürekli olarak dinleyicilerimize en güzel ezgilerimizi sunarak kıstas imkanı vermek, derlemeleri yerinden almak, alınan derlemelerin gerçekten o yöreye ait olup olmadığını çok iyi tahlil etmek, bunların tümünden daha etkili olanı halkımızın musiki kültür seviyesine dikkat etmek ve de eğitmektir.

Soru: Halk müziği olarak, müzikte idealiniz nedir?

Cevap: Bu sorunuzu yanıtlamadan önce, ulu önder Atatürk’ümüzün sanatı nasıl değerlendirdiğine değinmeden geçemeyeceğim: “Sanat, bir milletin en kudretli ve en çok hoşlandığı terbiye vasıtasıdır” demişlerdir. O halde bir halk müziği sanatçısı olarak idealim halkın terbiye düsturuna dayanan ezgilerini en güzel şekilde gene halka verebilmektir.

Soru: Bir sanatçı olarak kendinizde eksik gördüğünüz tarafınız var mıdır?

Cevap: Bir sanatçı hiçbir zaman kendini eksiksiz görmemeli. Çünki hayat beşikten mezara kadar öğrenimle geçer. Sanatçı ise kendini sürekli yenilemek zorundadır. Örneğin, bana göre yanlış olan, ve bugün birçok büyüklerimiz tarafından bu deyim kullanılmaktadır, “Halka inelim”. Halkın neresindeler? Neresine de inecekler? Ben bunu soruyor ve diyorum ki sanatçı kendini yenilemekle halka yetişmek ve de yükselmek zorundadır. Bir sanatçı halk içinde, halk için değil; halk içinde, halka rağmen halka hizmet etmelidir.

Soru: Bir sanatçı için kabarık repertuar ve güzel bir ses yeterli midir?

Cevap: Kabarık repertuar içerisinden, o güzel ses ile en iyi şekilde icra edebildiği kadarıyla değerlendirilmelidir. Efendim, müzik sanatında kabarık repertuar beden, güzel ses de ruhtur. Bedenle ruhun mutlu bütünleşmesi, kabarık repertuara gerek olmadan da sanatçı için yeterli ortam doğmuş olur.

Soru: Gazino çalışmalarında repertuarınız yeterli oluyor mu?

Cevap: Gazino sahnelerine henüz çıkmadım. İstanbul Belediye Konservatuvarı Halk Müziği Topluluğu’nda ses sanatçısı olarak yaptığım görevler gereği, verdiğimiz konserlerde ve radyodaki sololarımda, eğlence programlarında, dinleyicilerimin psikolojisini ön planda tutarak son beş yıldan bu yana daima dostluk temalarını içeren türkülerden oluşan programlar yapmayı yeğledim.

Soru: Bir sanatçı için alkış yeterli ölçü müdür, takdir karşılığı bu mu olmalıdır?

Cevap: Sanatçı, dinleyicisinin ve seyircisinin karşısında sanatını yorumlarken, sadece alkış değil, sükunet içinde dinleyiş tarzı sanatçıya alkıştan da büyük takdir duyguları sunar, ancak sanatçı okuduğu türküye, susamış bir insanın bir bardak pınar suyunu ne denli haz duyarak, kana kana içercesine doyuyor ise, tüm duygularını sanatçıya vermiş dinleyicilerin sükuneti bazı bilinçsiz alkışlardan daha değerlidir.

Soru: Sanatçı olarak ünü, zenginliği, lüksü arzu ediyor musunuz?

Cevap: Ben bu sorunuzu şu şekilde yanıtlamaya çalışacağım: Önce hedefime ulaşmak için iyi olan ünü, doğru olan zenginliği, güzel olan lüksü başarıyla yürüterek Kırşehirli ozan Ahi Evran-ı Veli’nin “Sanat ile ahlak birleşince sanat olur” düsturu ile mütevazı bir kişiliğin yeterli olacağına inanıyorum.

(Devamı gelecek sayıda)


Türk Halk Müziği Sanatçısı Ufuk Erbaş Tüm Sanatçı Arkadaşlarını Sosyal Hizmet ve Yardıma Çağırıyor

2 Şubat 2011 Çarşamba

Soru: Sanatçı olarak sosyal hizmeti her fırsatta vurguluyorsunuz, aynı görüşte olan arkadaşlarınız var mı?

Cevap: Başka arkadaşlar hesabına konuşmak istemem, ancak bugüne kadar kimler bu tür hizmet ve bağış yapmıştır, bunu halkımızın takdirine bırakmak isterim.

Soru: Sanatçılarımız yeterince maddi-manevi tatmin ediliyorlar mı?

Cevap: Büyük önder Atatürk “Herkes milletvekili, cumhurbaşkanı olabilir ancak herkes sanatçı olamaz” demişlerdir. Büyük önderin sözleri gerçeği bütün açıklığı ile anlatmaktadır. Günümüz sanatçılarının bir bölümü gerçekten çok güzel paralar kazanıyorlar. Örneğin fuar mevsiminde en az ücret alan arkadaşımız 50.000 TL’sı para almıştır bir gecede. Alsınlar, güle güle de harcasınlar ancak hiç olmazsa bir miktar olsun herhangi bir hayır ve yardım kurumuna ufacık yardımda bulunsalar da kendilerini bugünki yere getiren aziz dinleyicilerinin sevgi ve takdirlerine mazhar olabilselerdi kanımca çok isabetli bir davranışta bulunmuş olurlardı.

Ben hazır söz buraya gelmişken her zamanki gibi şu açık çağrımı yinelemek istiyorum: Her türlü hayır-yardım kurumlarının organize edecekleri bütün konserlere şahsım için hiçbir ücret almadan katılacağımı, bundan da son derece gurur ve şeref duyacağımı bu vesile ile belirtmek isterim.

Soru: Halk musikisine gönül veren amatör sanatçılara ne gibi tavsiyelerde bulunursunuz? Bununla ilgili görüşlerinizi açıklar mısınız?

Cevap: Öncelikle şunu belirtmek isterim ki, kuru bir hevesle boşa zaman geçirmemek için ilk etapta ses güzelliğinin, ritm duygusunun, kulak hassasiyetinin olup olmadığını yetkili şahıs ya da kurumlarda tespit ettirmeliler, bu ön sınavdan sonra, bol bol radyo ve televizyondan türkü dinleyip repertuarlarını genişletmeliler.

Öncelikle kendi yörelerinden türküler derlemeliler, bu türküler halk musikisi Yurttan Sesler repertuarına girebilecek nitelikte olmalıdır, bu çalışmalarla paralel olarak müzik kültürlerini arttırmalarına itina göstermeleri gerekir, eğer şartlar buna müsait ise konservatuvar kültürü olarak temel müzik öğrenimi yapılmış olur ve de bilimsel eğitimden geçerek daha bilgili sanatçı olurlar.

Soru: Siz müziğe ne kadar emek verdiniz, bugünki yere nasıl geldiniz?

Cevap: Ben öncelikle şunu belirtmek isterim: Organizatör oğluyum, ancak babamın beni desteklemesi şöyle dursun, kösteklemesinden yıllarca kurtulamadım, ta ki kendi işimi kendim yapmamın gerekliliğini anlayıncaya kadar. Müziğe bazı aralıklar vermekle beraber toplam on yedi yıldır emek veriyorum. Türkiye’de Maraş ve Hakkari hariç bütün il ve büyük ilçelerde konserler verdim. Eğer kısmet olursa yedi yıl sonra 38 yaşında konservatuvardan emekli olacağım. Halen İstanbul Belediye Konservatuvarı’nda kadrolu memur sanatçı olarak görev yapmaktayım. Söyleşimizi Berlin dönüşü yeni olay ve anılarla yinelemek isterim.

Soru: Sanırım bu cümlelerle söyleşimizin noktalanma aşamasına geldiğini belirtmek istiyorsunuz. O halde Berlin konusunu biraz daha açarak konuşmamızı bağlar mısınız?

Cevap: Memnuniyetle. 18.10.1980’de Berlin festivaline gidiyorum. 28.10.1980’de ise döneceğim. On günlük bu konser süresinde, bütün ülkelerin folklorcularıyla yarışacağız, inşallah dönüşte yeni ve mutlu haberlerle döneriz.

Bu söyleşide bana vermiş olduğunuz köşe için en içten duygularla teşekkürlerimi sunmak istiyorum.

Biz de size teşekkür ve başarılar diliyoruz.


Sakallı Türk Halk Müziği Sanatçısı Ufuk Erbaş’ın On Parmağında On Marifet! (Röportaj: Fatma Suat Demirok)

2 Şubat 2011 Çarşamba

Türk halk müziğinin ünlü ve sevilen seslerinden Ufuk Erbaş 1980’de ektiğini biçecek. Bu yıl benim yılım olacak diyen sanatçı, 1979’un son aylarında son hazırlıklarını bitirip, ’80 yılında o da sahneye adım a

tacak. Atacak ama birçok yeniliklerle, sürprizlerle… Sanatçı şimdilik bu sürprizler

ini gizliyor.

“Televizyonuyla, radyosuyla, konservatuvarıyla, sahnesiyle yepyeni bir Ufuk göreceksiniz bu yıl” diyor.

Ufuk Erbaş’ın bandından kırsal kesimde röportajlar

Ufuk Erbaş, diğer arkadaşlarından farklı olarak kendisine yapılan cazip gazino ve film tekliflerini reddederek, her yıl adım adım Anadolu’yu dolaşarak mesleğiyle ilgili araştırmalar ve derlemeler yapar. İşte sanatçı, bu yıl da kuralı bozmadı. Yaz aylarının o sıcak günlerinde, 2 ay, doğup büyüdüğü Malatya ve yöresinde ilginç röportajlar yaptı. Bu röportajların da bir bölümü İstanbul Radyosu “Köy Saati” programlarında yayımlandı. Radyo ve televizyonculara oldukça zengin dökümanlar toplayan sanatçı, amacını şöyle açıklıyor: “Türk halk müziği sanatçısı olarak mesleğimde yakından inceleme, araştırma yapmak en büyük tutkularımdan biridir. Bilindiği gibi, halk müziği olayların yarattığı dizilerdir. Bir anlamda türkülerimiz, sesini yansıttığı yör

enin ya da köyün özgeçmişlerini, dertlerini, dileklerini, kültürlerini yansıtırlar. Taşlamalar vardır. O yörenin özünden doğarlar. Ozanları tarafından haykırılırlar.

İşte bizim asıl müziğimiz olan türkülerin özlerini, sözlerini, olaylarını incelemek, benim en büyük merakım oldu son yıllarda.

Tabii ki bana kimse bir görev vermedi bu konularda. Ancak sanatımın derinliklerine inmek isteyen bir sanatçı olarak, bu konuda araştırma yapıyorum. Derlemeler toplarken halk müziğinin esasını oluşturan Anadolu’da halkın dertlerini, dileklerini de aktarmayı kendime görev saydım. Bu amaçla yola çıkıp, onlara da hizmet etmek istedim.”

İşte, sanatçı yaz ayları süresince bir elinde makinesiyle görüntüleri tespit ederken, diğer yandan da sesleri kaydediyordu. Bu röportajlar değme TRT prodüktörlerine taş çıkartan canlı kayıtlardı. Bir de kamera olsaydı televizyona oldukça ilginç görüntüler yansırdı sanırız.

Sakallı Türk halk müziği sanatçısı TV ekranlarında

Malatya ve çevresinde incelemelerde bulunan sanatçı, Malatya’nın Sarıhacı köyünde cami imamı Mehmet Ali Korkmaz’dan bizzat dinleyip derlediği olay, 1974 yıllarına rastlıyor. Karlı buzlu bir kış günü hocaya gelen bir genç kendisinden bir tabut rica eder.

Hasta, doğum halinde sancı çeken hamile bir kadındır. Tabuta yerleştirilen kadın, köy ebesine yetiştirmek üzere 4-5 km uzaktaki köye doğru yola çıkartılır. Karlı, tipili soğuk bir gündür. Tabutun kapağı açık, hasta sırtlarındadır.

Yürümeye dahi müsait olmayan yolda, 4-5 km’nin kaçta kaçını yürüyebilmişlerdir, orası meçhul.

Bu olaydan 4-5 yıl önce çeşitli müracaatlar neticesi köyün yolu müteahhitte verilir. Ancak, yol bitmeden, müteahhit devletten işini bitirdi diye parasını alır ve ortadan kaybolur. Daha sonra şikayetler üzerine müfettişler olaya el koyarlar. Gerçekler ortaya çıkar. Onun üzerine bu olay meydana gelir ve nice ıstıraplı olayladan 3-4 yıl sonra yollar gerçekten yapılır. Bu gerçek olayı senaryo olarak televizyonculara sunan sanatçı,

prensipte anlaştı. Kendisi de bu konuda “Eğer olay dediğim şekilde ekrana yansırsa, yöre halkının üzüntü ve ıstıraplarını dile getirdiğim için çok mutlu olacağım.”

İnsan bu bantları izledikten sonra 1980 yılına girdiğimiz şu günlerde daha nice el atılmamış köylerin varlığını, hatta okuma-yazma oranının düşüklüğünü düşündükçe ümitsizliğe kapılıyor.

ERBAŞ: “YENİ YIL BENİM YILIM OLACAK, SAHNE VE TV’DE SÜRPRİZLERLE KARŞINIZDAYIM”

Tamirci çırağı Ufuk gazino sahnelerinde

Ufuk Erbaş’ın gazino sahneleriyle tanışması 1962 yıllarına rastlar. O sıralarda bir tamirci yanında çıraklık yapan genç sanatçı; gündüz tulum, gece ise smokin giymiş. O günden bu yana Türkiye’nin her yerinde konserler vermiş. 1965 yılında ise plak piyasasına da geçen sanatçının 1966 yılında en çok satan plağı Zeynebim kendisine altın plak kazandırdı.

Organizatör oğlu olan sanatçı, babasından bu konuda hiç destek görmedi, ailesi tarafından müziğin dışına itildi, ama yine de güzel sesi, Türk halk müziğine ilgisi içindeki hevesi onu sanatçı olmaktan alıkoyamadı.

5 yıldır TRT İstanbul Radyosu’nda mahalli sanatçı olarak çalışan sanatçı, 1977’den bu yana da İstanbul Belediye Konservatuvarı’nda memur sanatçı olarak görev yapıyor. 1000 kişiden 6 arasında kabiliyetini ispatlayan Ufuk Erbaş televizyonda birçok programlara çıktı.

Halktan gördüğü sevgi ve sempati sayesinde mesleğinde daha büyük aşamalar yapmak için, araştırmacılığa büyük önem verdi. Onun en önemli derlemelerinden olan “Bugün ben dostumu gördüm” THM’nin en beğenilen parçalarından biri oldu.

Bugüne değin büyük gazinolardan çeşitli teklifler alan sanatçı, “Henüz isim ve titr olarak istediğim aşamaya gelmediğim için teklifleri kabul etmemiştim. Ama 1980 yılı benim zirve yılım olacak. Sahne için gerekli plan ve programlarım hazır. 1980’den itibaren artık ben de bu işte varım, herkesle boy ölçüşecek kadar” diyor.

Sesi ve fiziğiyle gücünü ispatlayacağına inandığımız sanatçıya, sahne ve TV’de ne gibi yenilikler yapmak istediğini sorduk. Sahne sürprizlerini şimdilik gizlerken, TV’de okuduğu türküleri olaylarıyla ekrana getirmek, böylece ses ve müziğin dışında olayları TV ekranlarında da yaşatmak istiyor.

Sanatçının bütün arzularının gerçekleşmesi dileğiyle sonsuz başarılar.


Ufuk Erbaş Sanat ve Sanatçıları Koruyanlara Teşekkür Ediyor… (Röportaj: G.Ç.)

1 Şubat 2011 Salı

Türk Halk müziğinin beğenilen sesi Ufuk Erbaş ile İstanbul Belediye Konservatuvarı öğretmenler odasında görüştük. Aşağıda bu röportajımızı sunuyoruz.

– Ufuk Bey günümüzde sanatçılar korunuyorlar mı, hak ettiklerini alabiliyorlar mı?

– Çok kısa zaman öncesine kadar kesinlikle hayır diyorum, fakat bugün belli ölçüler içerisinde çözümler getiriyor ve büyük bir rahatlama olacak.

– Ne gibi bir rahatlık olacak?

– Ekonomik rahatlık. Bundan altı yıl önce yaklaşık 4.000 TL’sı maaşla İstanbul Belediye Konservatuvarı’na sanatçı olarak girdiğim zaman, tenezzül etmeyen, bu ücreti çok az bulan bazı kişiler, şimdi sözleşmeli sanatçı olup yaklalık 60.000 TL’sı maaş alacağımızı duyunca şoke oldular ve şimdi çeşitli yollar deniyorlar ki konservatuvara girebilsinler, yani şimdi sanatçıların durumu özenilecek hale geliyor.

– Dışarıda çalışan sanatçılar da aynı durumda mıdır?

– Dışarıdakilerin büyük bir çoğunluğunun sanatçı olduğunu zaten kabul etmiyorum, acaba bunların sanatçılıkları kimin tesciliyle olmuştur? Bayansa cinsiyet avantajını kullanıyor alkışı ve parayı alıyor. Erkekse türlü tabasbus yollarını deneyerek, kilit noktalardaki kişilere rüşvet, yağcılık, hediye adı altında bazı şeyler vermek suretiyle işlerini yürütüyorlar.

On tane türkü, ya da on tane şarkı öğrenip sahneye çıkan bazı garipler var ve onlara sanatçı diyenler var. Bana yetki versinler üç ayda tüm Türkiye sathından ne sanatçılar çıkarırım analar neler doğuruyor görsünler. Ben de dahil bir çoğumuzun pabucunu dama atarlar.

– Derlemeleriniz nasıl gidiyor?

– Çok hassas bir konuya değindiniz bu mevzuda çok dertliyim, Pınara gel ki görem türküsü benim derlemelerim içinde en çok tutulan bir parçadır, ancan ben bu türküyle gerekli patlamayı yapamadım. Nedeni de; bazı yayın organları türküyü benim sesimden değil başkalarının sesinden yayımladı ve de başkası isim oldu Ben bu türkünün ismini verdiğim LP’min satışı nedeniyle altın plak ödülü aldım ama bu da yetmiyor asıl olması gereken patlama olayı gene geriye kaldı.

Sağlık olsun daha yaşım, sesim, fiziğim ve özel yaşantım müsait. İleride bir kroşe atma fırsatım olur herhalde.

– TRT’den bir hayli sanatçı emekli oluyormuş, yerlerine eleman alınıyor mu?

– TRT camiası için tek kelime dahi konuşmak istemem, çünki insanlar beşerdir bazen şaşar, belki bana göre doğru olanı söylerim, onlar bunu eleştiri kabul ederler ve bana karşı tavırları ne olur bilemem. Yukarıda bahsettiğim gibi bazı kişiler yağla yoğurtla işini götürüyor, malum yoğurt ömrü uzatır ama yağ her zaman insan sağlığına da zararlıdır damar tıkanması yapar.

Benim gibi binlerce kişinin de garip karşıladığı türde bir imtihan yapıldı, öncelikle olması gereken sese hiç bakmadan bir imtihan oldu. Nota ve nazariyat belli bir süre tanınmak suretiyle öğrenilir çünki bunların okulları, hocaları var öğretirler, ama sesi öğretecek hoca varsa ben de ders almak isterim doğrusu.

– Siz tahayyül ettiğiniz yere gelebildiniz mi?

– Her insanın, her mevzuda bir tahayyülü vardır ancak tahayyül etmek yeterli değil. Halkın değerlendirdiği ölçüde belli bir yere gelmek bence yeterlidir, ancak çok önemli bir husus var: Tüm sanatçı arkadaşlara aynı imkan tanınmalı, aynı koşullarla çalışma yapabilmeliler. Yoksa falan kişi bir ayda iki kez televizyona çıkarsa, her gün radyoda bantları çalarsa halk gayet tabiidir ki bu kişileri tanıyacaktır. Çünki, bir dükkan düşünün, bazı çeşitleri vitrinde sergilemiş, bazıları ise dükkandaki dolapta duruyor, bunu müşteri görmüyorsa tanımaz, bilmez, kıstas da yapamaz.

Şunu ilave etmek istiyorum ayrıca, bazı yönetmeliklerle, bazı sanatçılar radyo, konservatuvar dışında çalışamıyorlar, bana göre bu yanlıştır. Nedeni de şu: Asıl ehliyetli ve bilgili gerçek sanatçılar çalıştırılmazlarsa dışarıda sanatçı açığı (ihtiyacı) çoğalacak, bu açığı kapatmak için bir haftada ders alıp sanatçı olanlar çoğalacak, piyasaya hakim olacaklardır. O zaman da Türk halk musikisi ve Türk sanat musikisi kültür olarak da icraat yozlaşacaktır. Şahsen ben 20 yıla yakın zamandır bu işin içindeyim, amatör ve profesyonel olarak emeğim var, henüz ben kendimi deryada bir damla dahi göremiyorum. Bir haftada on türküyle nasıl sanatçı oluyorlar hayret…

– Başka ilave etmek istediğiniz bir şey var mı?

– Bana bu imkanı verdiğiniz ve gerçek sanatçıların haklarını savunma fırsatı bulduğum Size dergisine ne denli teşekkür etsem azdır. Saygılar sunarım.

– Biz de size teşekkürlerimizi sunuyoruz sayın Erbaş ve size bundan böyle gönlünüzce çalışma imkanı bulmanızı temenni ediyoruz.


Türk Halk Müziği Sanatçımız Ufuk Erbaş Berlin Festivali’ne Gidiyor (Hazırlayan: Fatma Suat Demirok)

1 Şubat 2011 Salı

Ekim ayında yapılacak olan geleneksel Berlin festivaline gideceğini açıklayan sanatçı şimdiden heyecanlı bir şekilde hazırlıklarını sürdürüyor.

On günlük bir konser verebilmek için repertuarını tamamen kendi derlemelerinden oluşturmayı planlayan sanatçı şu parçaları sunacağını ve bu isimleri ilk kez Size okurları için bize açıklayan sanatçı: Gidin bulutlar gidin, Bir oda yaptırdım hurma dalından, Pınara gel ki görem, Bugün ben dostumu gördüm, Gel hele gardaş gel de viran yurtlara, Uzun yayla da benim olsa, Ocaya koyduğun dünki su idi, Yaylalarda bir gül bitmiş, Güzel olan eğri bağlar başını, Bir gömlek giymiş de yakası işleme, Sivikte ot bitmez mi, Biner paytona çıkar seyrana le le le Emine, Cigaramın incesi göynümün eğlencesi, Kırklar dağının düzü, Diyarbekir diyarım le.

Yukarıda adlarını açıkladığı on altı türküyü de sanatçımız kendisi derledi. 1980 yılında bu derlemelerinin tümünü TRT radyo ve televizyonlarından gene tüm Türk halk müziğine gönül verenlere sunacağını belirten Ufuk Erbaş, ayrıca bölgesel yayın yapan radyolarımızdan Ankara Polis, Ankara Meteoroloji, Zonuldak Ekayi radyolarını bizzat ziyaret ederek ses bantlarını ilgili kişilere vererek geniş halk topluluğunun türkülerini dinleyebilme olanağını yaratıyor.

Sanatçımız Ufuk Erbaş, ilk kez bize açıkladığı sosyal hizmet anlayışını şu şekilde özetledi: “Ben Türk halk müziği sanatçısı olarak İstanbul Belediyesi Konservatuvarı’nda 7. derecenin 2. kademesinden memur maaşı olarak 8.160 TL’sı alıyor, şimdilik bir çocuklu aile reisi olarak da bakmaya yükümlü olduğum ailemi şerefimle geçindirmeye çalışıyorum.

Ben Ufuk Erbaş olarak tüm hayır kuruluşları yararına verilecek olan konsere bilaücret gideceğimi, bu hizmetlerden kesinkes şahsıma dair ücret almayacağımı, Türkiye hudutları dahilinde olmak üzere yapacağım kasetlerimden elde edilecek maddi geliri gene dergimiz Size aracılığıyla yoksul çocukları koruma derneğine, bağışlayacağımı, aynı anlayışta olan tüm Türk evladına duyurmayı vazife telakki ediyorum.

Sosyal hizmet yapmak medeni insan için kaçınılmaz bir görev. Ne mutlu bu görevin zevkine varanlara…” diyor sayın Erbaş ve ilave ediyor: “İçinde bulunduğumuz bu 1980 yılı Mayıs ayında, mezun olduğum Çarmuzu İlkokulu yararına vermek üzere bir konser tertiplemek istedim. Bu amaçla bazı ön çalışmalarım oldu, ancak maalesef maddiyattan başka hiçbir şey düşünmeyen bazı meslektaşlarım daha işin başında tüm cesaret ve hevesimi kırdılar, dolayısıyla ben de şimdilik Malatya’da verilecek olan bu konseri daha sonraki tarihlere erteledim. Adlarını açıklamakta sakınca görmediğim sanatçı arkadaşlarım şunlar: Selahattin Alpay, “Ufukçuğum, film çalışmalarım olacak o tarihlerde sanıyorum” dedi ve Hilton’da Malatyalılar Gecesi adı altında tertiplenen zenginler gecesine giderek onları eğlendirdi. Gene Malatyalı olan sanatçı Feriha Tunceli de teklifime dolaylı yollarla da olsa menfi cevap verdi. Radife Erten ise çok daha değişik bir şekilde işten sıyrılmayı uygun buldu. Oysa biz sanatındaki son günlerini böylesine şerefli bir hizmetin hemen akabinde Malatya’da muhteşem bir jübile yapmayı planlamıştık.” diyen sanatçımız öfkesini yenemiyor ve ilave ediyor: “İsimlerini verdiğim bu arkadaşlar olsun, başka sanatçı arkadaşlarım olsunlar, eğer bu tür bir teklifi televizyondan almış olsalardı bırakın para istemeyi önceden organize edilmiş paralı işlerini iptal eder, hemen koşarlardı. Tıpkı bir zamanlar sözü edilip de maalesef gerçekleştirilemeyen İlden İle programının Malatya’ya geleceğini duyan kim varsa hepsi birden Malatyalı olduğu gibi…

Ne gariptir ki yaptığım her televizyon programında üzerine basa basa, gururla “Kendi ilim olan Malatya’dan” diyerek söze başlarım. Radyoda, basında her zaman her yerde kendi adımdan çok Malatya’yı öncelikle kendime şeref payesi aldığım halde yukarıda adı geçen fakat Malatya açısından yapılamaması büyük bir kayıp sayılan o televizyon programında sanatçı olarak listede adım yoktu. Çoğunluğunun da gerçekte profesyonel sanatçılıkla ilişkisi yoktu. Bazısı bir gazetenin desteklediği kargadır onu halka bülbül olarak sunmaya kalkıyorlar, bazısı da adaletinden fedakarlık yapan birkaç televizyon prodüktöründen destek görmektedir. Televizyon camiasında çoğunluğu şerefli olan yapımcılar, maalesef halk arasında yanlış yorumlanıyor. “Herkese eşit şans tanınmıyor, istediklerini, istedikleri gibi kullanıyorlar” demektedir halkımız.

Konuyu toparlamak gerekirse sonuç olarak şunu söylemeliyim:

Doğruyu yazmaya, çizmeye, söylemeye kalkarsanız başkasına destek olanlar size köstek olurlar. Ama, varsın olsunlar, insan olmadığı gibi görünmektense, inanmadığı gibi söylemektense, şahsiyetinden iskonto yaparak yaşayacaksa, haysiyetli bir ölüm onun için kaçınılmaz bir çıkar yoldur” diyor Ufuk Erbaş ve “Size okurlarına karşı sürç-i lisan ettimse affola, en güzel, en sıcak, en mutlu günler sayın dinleyenlerimin ola” diyerek söyleşimizi noktalıyor.

Biz de sayın Ufuk Erbaş’ın yapmayı planladığı tüm çalışmalarında en içten duygularla sonsuz başarılarını diliyor, Almanya’ya Berlin Festivali’ne giderek vereceği konserde aynı dilekle iyi bir sonuç almasını, yapacağı hizmetlerde ilgili kişilerin ve sanatçı arkadaşlarının kendisine yardımcı olmalarını temenni ediyor, sanatçının yaşam ve çalışmalarında her şeyin gönlünce olmasını diliyoruz.